DR. KEMAL ASLAN- HALİÇ ÜNİVERSİTESİ İŞLETME FAKÜLTESİ

Türkiye 17 Ağustos 1999’da 03.01’de meydana gelen Kandilli Rasathanesi tarafından ilk anda büyüklüğü 7,4 olarak açıklanan daha sonraki günlerde 7,8 olarak revize edilen depreme hazırlıksız yakalanmıştı.

İlk büyük yıkım: 1999 Marmara Depremi 

Ne siyasi iktidarın bu konuda bir hazırlığı vardı ne de devlet bürokrasisinin. Yani merkezi hükümet de yerel yönetimler de bu büyüklükte bir depreme hazır değildi. Oysa konuyla ilgili bilim insanlarının popüler dergilerde ya da bilimsel ortamda yayınlanan makalelerinde konuya ilişkin değerlendirmeler vardı. Hatta Cumhuriyet Bilim Teknik’te Profesör Dr. Ahmet Ercan’ın adıyla 1994 yılında yayınlanan makalede 7,5 büyüklüğünde bir deprem olacağı öngörülmüştü. Ama Türkiye’de bilim insanlarının sesine o dönemde de kulak kesilmemişti. Türkiye’de her kesim yaşayarak öğrenmeyi tercih ediyordu. Üstelik Türkiye’nin yüzde 92’sinin deprem kuşağında olduğu bilinse de. Yaşanmayan bir durum gerçeklik olarak algılanmıyor; siyaset kurumuyla bilim insanlarını ya da bilimi buluşturmak pek mümkün olmuyor bu topraklarda. Peki, yaşanılanlardan da ders alınıyor mu? Bu yazının üzerinde duracağı konu da bu.

17 Ağustos 1999 depremi Türkiye’nin geniş çaplı bir yıkım karşısında kriz planının olmadığını, yerel yönetim ile merkezi hükümetin ortak bir planının bulunmadığını, günlük politikalar dışında belki kısa vadeli pragmatik yaklaşımların egemen olduğunu ortaya koydu. 1999 depreminde sivil savunma il müdürlükleri olsa da arama ve kurtarma çalışmalarında yeterli bilgi birikimleri yoktu. Daha çok olası bir savaş durumuna göre NATO konseptine göre hazırlık yapılmıştı. Yani bir işgal durumunda neler yapılması gerektiği konusunda harekete geçebilecek ekipler vardı. Bu satırın yazarı 3 Ocak 1983’te 81 canın hayatını kaybettiği Diyarbakır’daki Hicret apartmanı çöktüğünde arama-kurtarma çalışmalarındaki yetersizliğinin muhabir olarak tanığıydı. Ne uzman ekipler vardı ne de gerekli araç-gereç. O dönemde depreme sadece silahlı kuvvetler hazırlıklıydı. 1’inci ordunun deprem sonrası hemen harekete geçmesiyle de bu görüldü.

1999’da Türkiye’nin iletişim altyapısı da yeterli değildi. Verilere bakıldığında Türkiye’de mobil telefon kullanıcı sayısı 7 milyon 560 bin, sabit telefona sahip olanların sayısı ise 17 milyon 911 bin 722’di. Otomobillerde kullanılan araç telefonu sayısı ise 20 bin civarındaydı. Deprem sırasında araç telefonları dışındaki haberleşme araçları kullanılamadı. Daha çok güvenlik birimlerinin (polis, jandarma) ve Orman Genel Müdürlüğü birimlerinin telsiz haberleşmesi yürütülebildi.


1999 depremiyle arama kurtarmanın önemi çok acı bir şekilde görüldü. Bu gerçeği Marmara Depremi sonrasında tüm Türkiye’ye fark ettiren AKUT oldu. Arama kurtarma çalışmalarında onlar vardı. 14 Mart 1996 yılında kurulan AKUT, sınırlı sayıdaki ekipleriyle enkaz başlarındaydı. Yalnız değillerdi maden işçileri de onlarla beraberdi. Çünkü onlar da maden ocaklarından ve maden kazalarından dolayı deneyimlilerdi. 

Göçük durumunda neler yapılması gerektiğini biliyorlardı. 1564 maden işçisi ve 74 mühendis, enkazdan 32 kişiyi canlı çıkardı, 447 kişinin de cesedine ulaştılar. Depremin görünmeyen kahramanlarını o dönemde editörlüğünü yaptığım TRT’de biz dahil hiçbir medya kuruluşu görmedi. Dönemin sivil toplum anlayışı çerçevesinde daha çok gönüllü yürütülen örgütlü faaliyetler öne çıkarıldı. Hâlbuki ikisi birbirini tamamlayan çalışmalardı.

Bu satırların yazarı deprem deneyimini 12 yaşındayken 1967’de 19.00 sıralarında yaşamıştı. Sakarya merkezli depremin büyüklüğünün 6,8 olduğunu daha sonra öğrendim. Ancak, dört katlı ahşap ev kısa süreli de olsa sağa sola sallanmıştı. Mahalleli gibi çoluk-çocuk, yaşlı-genç, kadın, erkek hepimiz dışarı fırlamıştık. Bir süre bekledikten sonra yeniden evlerimize dönmüştük. Gerçi o zaman bilmesek de Kurtuluş’un zemini sağlamdı. O zaman binaların insanları öldürdüğünü henüz bilmiyorduk. Marmara depreminde medya tarafından “Deprem Dede” olarak nitelendirilen Prof. Dr. Ahmet Mete Işıkara sayesinde bu bilince sahip olduk.

Yine bu satırların yazarı muhabirlik görevi dolayısıyla bulunduğu Diyarbakır’da mesleği gereği iki depreme tanık oldu. Biri 5 Mayıs 1986’da 06.35’te meydana gelen 5,9 büyüklüğündeki Malatya Doğanşehir merkezli depremiydi, diğeri ise aynı yerde 6 Haziran 1986’da meydana gelmişti ve 5,6 büyüklüğündeydi.

Mesleki olarak bu depremleri yaşamanın birikimi daha sonraki süreçlerde etkili oldu. Ancak, medyada genel olarak deprem konusunda bilgi ve birikimi olan insan sayısı bir elin parmağını bile geçmezdi o dönem. Medya İstanbul’u da etkileyen bir olay olması durumunda o konuya odaklanıyordu. İstanbul’u etkilemeyen bir durum yoksa medya açısından bu bir zorunluluk değildi. Yani medya da depreme hazır değildi. Televizyon kanalları hemen yayına geçemedi. Nöbetçi ekipleri yoktu. Yurttaşlar, ilk günlerde depremle ilgili enformasyonu transistörlü radyolar aracılığıyla aldılar. Televizyonun daha çok sabit olmasının da bunda payı vardı. Yani enformasyon olanakları da sınırlıydı. İnternet haberciliği bugünkü kadar yaygın değildi, internet alt yapısı da yeterli değildi. Ancak e-mail grupları üzerinden bölgedeki yerleşim merkezlerinin ihtiyaçları karşılanabildi.

17 Ağustos depremi sonrası bölgeye giden dönemin Başbakanı Bülent Ecevit, TRT muhabiri Devrim Gürkan aracılığıyla hem kamu kurum ve kuruluşlarına talimat verdi hem de kamuoyuna durumun vahametini Adapazarı’ndaki canlı yayında açıkladı. Ecevit şunları söyledi:

“Türkiye’nin ve dünyanın hiçbir yeriyle telefon bağlantısı yok. Bütün tesisler zarar görmüş durumda. O yüzden bu il ve ilçelerimiz Türkiye’ye Ankara’ya seslerini duyuramıyorlar. Fakat biz Ankara’dan geldik, sesleri duyduk. TRT aracılığıyla Ankara’ya iletmiş oluyoruz. Bir kere süratle eski teknolojilerle de olsa asgari düzeyle telefon bağlantısının mutlaka kısa sürede yapılması gerekiyor… Bütün devlet kuruluşlarına sesleniyorum, ilgili devlet kuruluşlarına çünkü şurada bulunduğum yerden Ankara’ya telefonla gereken direktifleri verebilme olanağım yok. Acı da olsa bu gerçeği bilmek zorundayız. Onun için bütün devlet kuruluşlarını bunlara bir çözüm bulmaya çağırıyorum.” Bu sözler her alanda yetersizliğin ifadesiydi.

İkinci büyük yıkım: Kahramanmaraş depremleri

Türkiye tarihinin en büyük yıkımını Marmara depreminden yaklaşık 24 yıl sonra 6 Şubat 2023 tarihinde 04.17’de Kahramanmaraş’ın Pazarcık ilçesinde 7,7 büyüklüğünde meydana gelen depremle yaşadı.


Marmara depreminde yaşanılan deneyimin bu depremde meyvesini vereceği düşünüldü. Depreme kısa sürede müdahale edileceği bunun için gerekli alt yapının oluştuğu öngörülüyordu. Çünkü sivil savunma müdürlükleri yerine 2009 yılında çıkarılan 5902 sayılı yasa ile Başbakanlık’a bağlı Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı kuruldu. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemine geçilmesiyle 15 Temmuz 2018 tarihinde yayınlanan 4 Numaralı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı (AFAD) İçişleri Bakanlığına bağlandı. Afetlere müdahale edecek Türkiye çapında örgütlenmiş bu kurumun arama-kurtarma konusunda da birikimi olduğuna yönelik genel bir kabul vardı.

AFAD’ın merkezinde 558’i kadrolu, 141’i de geçici görevli olmak üzere 699; taşrada ise 7081 personel bulunmaktadır. Türkiye gibi deprem kuşağındaki bir ülkede sadece kadrolu elemanların istihdam edilmesiyle arama-kurtarma çalışmalarının yürütülmesi olanaksızdır. Kahramanmaraş dahil 10 ili etkileyen depremde en az bir milyon insanın görevlendirilmesi gerekirdi ki bu bütçe olanakları açısından da mümkün değildir. Bu nedenle merkezde ve illerde uzman ekiplerin sayısının artırılması kadar ağırlığın gönüllü kuruluşlarda olması gerekir.

Bu durumu tespit eden AFAD, 2019 yılında gönüllülük sistemini kurdu. Ancak AFAD bu konuda yeterli insan kaynağına ulaşamadı. Nitekim AFAD’ın bölgeye etkin biçimde ulaşmadığı konusunda yurttaşların şikâyetleri Marmara depreminden yeterince ders alınmadığını ortaya koyuyor. Planlama, hazırlık, koordinasyon, sevk ve idarede görülen hatalar ve eksiklikler Kahramanmaraş depremlerine müdahaledeki yetersizliğin nedenleri arasında gösteriliyor. AFAD’ın farklı bölgelerde yeterince deprem tatbikatı yapmaması, insanları depreme karşı ne yapacakları konusunda hazırlamaması da bir başka eleştiri konusu. 

Marmara depremine göre daha bilinçli ve teknolojik olarak daha donanımlı olunmasına rağmen, depremde hayati öneme sahip ilk 48 saatte etkili bir müdahale yapılamaması üzerinde düşünülmesi gereken önemli bir eleştiri konusudur.


Örneğin; mobil telefonların yaygınlaştığı bir ortamda haberleşme alanında neden sıkıntı yaşanmıştır? Afet Müdahale Planları olmasına, Kahramanmaraş’ta 6 Şubat 2023’teki depreme benzer bir deprem senaryosu üzerinden tatbikat bile yapılmasına rağmen merkezi hükümet neden hızlı hareket edememiştir? Marmara depremine göre insan kaynağı ve ekipmanlar olmasına rağmen neden böyle bir bürokratik hantallık ortaya çıkmıştır? Böyle bir deprem bölgedeki yerel yönetimler tarafından da neden öngörülememiş ve depreme yönelik örgütlenme yapılmamıştır? Sonuçları çok ağır ve yakıcı sorular bunlar. Görünen o ki, bir anlamda Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin de etkisiyle “Godot’yu Beklemek” durumunda kalınmıştır.

Peki, bu depremde ne yaşandı, nasıl bir gerçeklikle karşı karşıya kalındı, ne yapılmalı? 

6 Şubat 2023 depreminde gönüllü kuruluşlar, bölgedeki gençler ve yöre halkı kendi olanaklarıyla arama-kurtarma ve enkaz altından insanları kurtarma çalışmaları yürütmüştür. Bu deprem merkezi hükümet kadar yerel yönetimde de yeniden örgütlenmenin kurumların daha etkili ve verimli biçimde çalışmasının gerekliliğini ortaya koymuştur. WhatsApp üzerinden örgütlenmeler gerçekleştirilmiş, aramakurtarma çalışmaları ve ihtiyaçlar konusunda bu mecranın yanı sıra Twitter’dan da yararlanılmıştır. Bu yurttaşların aldığı bir inisiyatif olarak dikkati çekmiştir.

Artık, yerel yönetimlerin yanı sıra mahallelerde de muhtarlıklar bazında sokak sokak, bina bina depreme karşı örgütlenme modeli oluşturulmalıdır. Öncelikle mikro örgütlenme modeline binalar ve sokaktan başlanılmalıdır. Eğer siteler var ise sitelerden. Böylece hem bina ve sokaktakiler arasında ikincil ilişkiler gelişecek hem de bu kişiler birbirlerini tanıyacaklar ve aralarında dayanışmayı sağlayacaklar. Bu insanların nerede toplanacağı kimlerin arama-kurtarma çalışmalarını yürüteceği belirlenmelidir. Bu konuda gönüllü olarak çalışmalara katılacaklara AFAD’ın ya da gönüllü kuruluşların desteği ile deprem sırası ve deprem sonrası yapabilecekleri konusunda eğitim verilmelidir.

Yeni toplanma yerleri belirlenmelidir. Mikro örgütlenmenin bir üst basamağı muhtarlıklar çerçevesinde yürütülmelidir. Ayrıca binalarda kaç kişinin yaşadığı muhtarlıklarca bilinmektedir. Bunun günümüz bilişim teknolojileriyle “bina künyesi” adıyla ve bir elektronik çiple Valilik bünyesinde depremden zarar görmeyecek bir merkeze veri akışı sağlayacak biçimde düzenlenmesi mümkündür. Böylece herhangi bir depremde kaç binanın yıkıldığı, kaç kişinin öldüğü, sağlam binaların nerede olduğu günümüzün teknolojik olanaklarıyla kısa sürede öğrenilebilir. Bu örgütlenme ilçe boyutuna yayılabilir oradan da mezo örgütlenme olarak iller düzeyinde gerçekleştirilebilir. Daha sonra iller arasında tüm Türkiye’yi kapsayacak biçimde makro örgütlenme sağlanabilir.

Deprem gibi afet durumunda yatay ve dikey örgütlenmelerin dinamik bir biçimde gerçekleştirilmesi gerektiğinden bu konuda afet eğitimleri verilmelidir. Deprem senaryosu çerçevesinde sokakta, mahallede, ilçede illerde aramakurtarma yapabilecek ve ilk yardımda bulunabilecek ekiplerin sayısı belirlenebilir. Bu sayının artırılması için planlı çalışmalar yapılabilir. 6 Şubat 2023 Kahramanmaraş merkezli deprem bize yeni bir kültür edinmek zorunda olduğumuzu göstermiştir. Bu kültür odağına yurttaşın katılımını almalıdır. Merkezi yönetim ile yerel yönetim arasında afet yönetimi ve iletişimi konusunda dinamik bir anlayış geliştirilmelidir.